20 Eylül 2014 Cumartesi

Şanlıurfa

Adıyamana kadar gittik. İçimiz içimize sığmıyordu. Nemruta gitmeyi planlıyorduk, ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Özel aracımız yoktu ve bende ehliyetimi Ankara'da unutmuştum. Bu araç kiralayamayacağımız anlamına geliyordu. Ne yapsak, ne etsek derken arkadaşlarla günübirlik bir Şanlıurfa gezisi yapmaya karar verdik. Adıyamanda, Şanlıurfa minibüslerinin kalktığı yeri öğrendik, minibüs durağına gittik. Bu arada her 20 dakikada bir minibüsün kalktığını da öğrendik. Eski bir Ford Transit marka minibüs geldi. Minibüs bir anda ağzına kadar doldu. Bize yer kalmadı. Bizim arkadaşlardan ikisi de koltukta yer bulabildi. İki kişi ayakta kaldık. Şoför bize hemen bagajı açtı. Bagajda plastik eski bir tabure gösterdi. Kendine has şivesiyle "Siz burda gideceksiniz" dedi. Yerimize razı olduk, bindik. Bagajda giderken yolu rahat seyredemesek de halimize şükür ettik. Şoför eski külüstür minibüsüyle gazı topukladı. Bu seyahatim boyunca Adıyaman-Urfa hattındaki minibüs şoförlerinin kural tanımadığını, hız kurallarına, taşıma kurallarına uymadığını gördüm. 2 saatlik yolu Kürtçe-Türkçe karışık şarkılar eşliğinde 1 saat civarında bir sürede tamamladık. Şanlıurfa terminalinde indik. Fotoğraf çekerek, yürümeye başladık.
15 Ağustos 2014 Cuma

Adıyaman

Geziler birikiyor. Dur bugün, dur yarın derken güneydoğu gezimin ardından yaklaşık 3 ay geçti. Gezim zihnimin tozlu bölümlerinde iyice unutulmaya yüz tutmadan, hafıza tazeleyip kayıtlara geçirmekte, o an için yazdıklarımı da temize çekmekte fayda var. Voleybol hakemi arkadaşım, Adıyamanda hakemlik kursu açıldığını söylediğinde balıklama atladım. Hakemlik hayallerimdeydi. Hem ticaret, hem ziyaret hesabı, bir taşla iki kuş vuralım diye düşündüm. Sporu ve sporcuyu zaten seven biriyim. Kolay kolay güneydoğuyu görmek de kısmet olmaz. Nitekim şimdiye dek ilk kez böyle güneydoğu seyahati kısmet oldu.
Adıyaman'a giden sayılı firmalardan birinden, reklamını yapmamda sakınca yok, Gül Aras firmasından biletimizi aldık. Küçük bir Anadolu firması için fazlasıyla kaliteli bir firma. Akşam 19.00 da terminale geldik. Otobüs saatimiz yaklaştı. Otobüse bindik.Her zamanki gibi pencere kenarındayım... Yanıma 40 yaşlarında bir adam bindi. 8-10 tane çocuğu varmış. Amca mı desem, abi mi desem kestiremedim.Genç yaşlılardan. Sohbet koyulaştı. Sonra uyuyakalmışım. Uyandığımda Adıyaman'a yaklaşmıştık. Otobüs yolculuğu güzeldi. Şeker tadında uyku.. Çocuklarla ilk önce hakem kursumuzun yerini aradık yana döne. Gençlik spor il müdürlüğünü soruyoruz, kimse bilmiyor. 19 Mayıs resmi tatil. Derken sonunda bir bilene rastladık bize tarif ettiler. Gittik gençlik spor müdürlüğü kapalı. Haydaaa... Elimizde bavullar yürüyoruz. Eşyaları esnafa bıraktık. Çarşıya yakın bir yere oturduk. Çayımızı yudumladık. Üstüne Şillik Tatlısı.. Pekmezlisi yöresel bir lezzet. Enerji deposu. Damak tadınıza göre beğenebilirsiniz. Kültür Bakanlığının Adıyamanı tanıtan internet sitesi her gezimde olduğu gibi Adıyaman gezimde de rehber oldu.  Meşhur bir seyir tepesi var dediler. Çıktık. Tam fotoğraf çekmelik bir tepe. Akşam giderseniz eminim manzarasına doyum olmaz. Bütün Adıyaman ayaklarınızın altında. Tepeye doğrudan minibüs yok. Biraz yürümek zorunda kalıyorsunuz. Gittiğinize, yorulduğunuza değecek bir tepe. Yeniden şehir merkezine gittik. Şehirin ortasında meşhur bir parkı var Adıyamanın, orada oturduk biraz.Gün sonunda hakem kursunun ilk dersine katıldık. Gençlik Spor İl Müdürlüğü bize Adıyaman Spor'un lig düşmeden önce kullandığı tesisi kalmamız için tahsis etti. Şehrin biraz dışında. Güneydoğu seyahatimiz boyunca  tesiste konakladık. Ertesi sabah şehir merkezine doğru yürüyüşe çıktım. Daha doğrusu gazete almaktı niyetim. Ama civarda gazete bulamadım. O bakkal, bu bakkal derken kendimi şehir merkezinde buldum. Şehir merkezine gidip de kahvaltı yapmadan dönmek olur mu hiç? Araştıra, soruştura kelle-paça çorbasını en iyi yapan yeri buldum. Zaten Adıyamanda kelle-paçacı çok... Sıra dışı bir kahvaltıydı benim için. Sonra araştırmalara-soruşturmalara devam ettim. Kaleyi gör dediler. İyi dedim, kaleyi görmeden olmazmış madem, görelim. Gezelim, görelim. Kale deyince surlarla çevrili bir yer bekliyordum açıkçası.  Surlar yıkılmış. Yerine park yapmışlar. İki satır yazı karaladım kalede. Sonra çarşıya gittim. Kalaycılık-bakırcılık halen varlığını devam ettiriyor Adıyamanda. Bakırcılarla sohbet ettim. Havadan, sudan, siyasetten konuştuk.  Adıyamanın tütünü meşhurdur dediler. Aradım, buldum. Aslında düzenli bir sigara içicisi değilim, sosyal içiciyim diyebilirim. Adam elinde bir çırpıda tütünü sarıverdi. Sardığı tütünden bana da ikram etti. Denedim.  Tövbelerimi unuttum bir an için. Gerçekten ağır bir tütün. Dağ tütünü diyorlar.  Bir tanesi bile saatlerce yetiyor. Akşam misafirlikteydik. Doğunun misafirperverliğini gördük. İnsanlar gerçekten çok candan. Çiğ köfte yapmışlar. Etli çiğ köfte.  Hayatımda yediğim, yiyebileceğim, etli etsiz en güzel çiğköfteleri 'Acı yaman' da yedim.  Güzel misafirliğin ardından uyuduk, uyandık. Sabah ilk iş çarşıya gittim.  Önce evlerin arasına kurulmuş pazardan geçtim. Kahta domatasi meşhurmuş. Gerçekten de çok güzel domatesti. Çarşıda camilerini gezdim. Ulu Camii Adıyaman'da da var. Adıyaman'da Selçuklulardan kalma çok fazla eser var.  Gelirken de Süryani kilisesine uğradım. Turistik bir yer sanarak girdim. Papazla sohbet ettik. Çeşmelerinden soğuk sular içtim.  Bizim gittiğimiz mevsimden midir bilmiyorum, sıcak bir yer Adıyaman. Ankara'da dut mevsimi Temmuzdur. Adıyaman'da, Mayıs ayında, Temmuzu yaşadık adeta. Nemrutu gezmeyi planlıyorduk. Araç bulamadığımızdan sadece küçük Nemrut heykelciklerinden almakla yetindim. Adıyamana gidip de dünyanın 8.harikasını göremeden gelmek içime oturdu. Göremeyeceğimi anlayınca Gaziantep gezisinin planını yapmaya başladım. Ertesi gün tarihi Oturakçı Pazarından alışveriş yaptım. Öğlen öğünümü çiğ köfteyle geçiştirip Perre'nin yolunu tuttum. Kayaların içine oyulmuş kayıp bir şehir buldum Perre'de. Eski bir şehir... Komagene Krallığının 5 büyük kentinden biriymiş zamanında. Köyün içinde halen kullanılmakta olan mağara çeşme var. Çocuklar içinde oyun oynuyorlar. Kaya oyuklarının içinde gezdim. Uzun bir yürüyüşle minibüs durağına geldim. Minibüse binip yeniden bizim tesisin yolunu tuttum.Ertesi gün sabah seramonisinin ardından yine çarşının yolunu tutum. Adıyaman Müzesini ve Nemrut Dağına verilen Altın Elma ödülünü gördüm. Son gün Adıyaman Üniversitesine gittik, hakemlik sınavımıza girdik ve evin yolunu tuttuk.
Nemrutu görememe rağmen güzel bir Adıyaman gezisiydi. Besni üzümünün tadına bakamadık... Halfane gecesini uzaktan gördüm. Adıyaman güzeldi.
8 Ekim 2013 Salı

Kaş ve Abanoz Yaylası















Ermenek-Anamur kara yolu üzerindedir. Doğa severlerin ilgisini çekecek bir kasaba. Anamur'a yaklaşık 50-60km uzaklıkta, Torosların üzerinde eşsiz bir güzellik. Anamurlu eski yörükler yerleştikten sonra yaylayı yazlık olarak kullanmaya başlamışlar. Anamurdan yaylaya Torosları tırmanarak gidiyorsunuz. Yükseklere çıktıkça eşsiz deniz manzarası seyredebileceğiniz yerler görüyorsunuz. Maviyle, yeşilin eşsiz uyumunu doyasıya seyredebileceğiniz güzellikte minik cepler... Yalnız manzarayı seyretmek için gelen insanların doğaya attığı çöpler benim gibi yeşil aşığı biriyseniz canınızı sıkabilir... Buna rağmen insanın bu eşsiz manzaraya karşı bir kaç gece konaklayası geliyor... Abanoz'a çıkarken yolunuzun üzerinde Kaş Yaylası var. Kaş yaylasına girdiğinizde Akdeniz İklimi yerini Karasal iklime bırakmaya başlıyor. Kışın yaylaya çok kar yağdığını söylüyorlar. Anamur ve Mersinin iklimiyle alakası yok. Yaklaşık 1500 metre rakımı var. Kaş yaylası Anamur'a 42 km uzaklıkta. Ancak virajlı dağ yolundan 1 saatte yaylaya gidebiliyorsunuz. Yaylanın insanı çok sıcak. İlk gittiğimizde birine yol soruyoruz. Hemen bizi evine davet edip misafir ediyor. Giderken kendi yemeklerinden ikram ediyorlar. Yayladan ikinci sefer yoldan geçerken de gözleme açan kadınlardan parayla gözleme almak istiyoruz. Para kabul etmiyorlar. Verdikleri cevap: "Burada para geçmez." Kaş yaylasında da yörük kökenli aileler yazlıyorlar. Yardımsever, misapirperver insanlar... Yayladan neredeyse her evin üzerinde meyve ağaçları var. Köylüler yayladan Bozyazı'ya da bir yol gittiğini söylüyorlar. O sıcak yayla köylülerine veda edip Abanoz Yaylasına doğru devam ediyoruz. Kulaklarımız tepeye çıktıkça tıkanmaya başlıyor. Suolmaz geçidine geldiğimizde rakım 1680 metreye kadar çıkıyor. Bir yanda eşsiz orman... Kartallar yüksekten uçarmış ya... İnsan kendini kartal gibi hissediyor rakımı düşündüğü zaman. Ankara'nın rakımının 890-900 metre civarında olduğunu düşündüğümüzde gerçekten ne kadar yüksekte olduğunuzu bir kez daha anlıyorsunuz. Bu geçit coğrafya kitaplarında unutulmuş bir geçit... Yolumuza devam ediyoruz. Abanoz Yaylası eşsiz güzelliğiyle karşılıyor bizi. Ormanın içinde kurulmuş küçük bir yayla... Anamurluların sıcaktan kaçmak için yazın geldikleri bir yayla... Yazla kış arasında ciddi nüfus farkı olan bir yayla... Yaylanın ortasından Anamur-Ermenek karayolu geçiyor. Yayladan geçerken önünüze çıkan köylüler ve gelişigüzel park etmiş arabalar hızınızı kesiyor. Et ve mangalıyla meşhur Abanozda fırınlar ve bakkal yaz kış açık. Ayrıca Abanoz'a çıktığınızda Abanoz Balından da mutlaka almalısınız. Eti hangi kasap da yemek lazım? Bir köylüye soruyoruz. Adam hemen bize tarif ediyor... Nereden geldiğimizi soruyor? Öğretmen emeklisi olduğunu dilersek yemekten sonra evinde misafir edebileceğini söylüyor. Teşekkür ediyoruz. Söylediği yere gidiyoruz. Fırın-lokanta karışımı bir yer. Fırıncı pirzolaları alırsak kendi pişirebileceğini söylüyor. Etten anlamadığımızı söylüyoruz. Peşimize düşüyor. Kasaptan pirzolayı alıyoruz. Fırıncıya veriyoruz. Pişiriyor. Eşsiz manzaraya karşı nefis pirzolayı afiyetle yiyoruz. Sonra bizi davet eden öğretmen emeklisi amcanın evine misafirliğe gidiyoruz. Evi uzunca aradıktan sonra buluyoruz. Ormana karşı küçük bir ev. İAmca çiftçilikle uğraşıyormuş. Ramazan bayramında gittiğimiz için bize bayram şekeri yerine incir ikram ediyor. Siyasetten, politikadan,havadan, sudan sohbet ediyoruz. Çıkarken bahçesinde yetiştirdiği çiçeklerden kopartıyor. Telefonunu alıp ayrılıyoruz. Giderken manzara izlememiz için önerdiği bir tepe var... Oraya gidiyoruz. Eşsiz bir manzara... Tertemiz orman havasını diyaframımıza dolduruyoruz. Bahsetttiği yol farklı bir köye gidiyor. Öğrendiğimize göre köyden de Anamur'a giden başka bir yol varmış. Ama ıssız bir yol. Aracımız malum... 4x4 bir jeep imiz olsa belki keşfedebilirdik... Belki başka zaman... Sonra dönüş yoluna geçiyoruz... Yine fotoğraf çekiniyoruz... Temiz havadan mıdır nedir, akşam Anamur'a vardığımızda güzel bir uyku çekiyoruz...
7 Ekim 2013 Pazartesi

Bisikletle İş Görüşmesi... =)







Beklenmedik zamanda, beklenmedik bir iş görüşmesi teklifi aldım. İşin ne olduğunu, niteliğini biraz öğrenince fazla önemsemedim. Sırf tecrübe olsun diye gitmeye karar verdim. Öylesine gittiğim için takım elbiseyle gitmemin bir önemi yoktu. Siyah pantolon ve gömlek giydim. Bisikletle düştüm yola. Oturduğum yerle Konutkent arası 23 kilometreydi. Yola çıktım. 30 derece Eylül'ün sarı sıcağında terledim. Konutkente vardım. Sora sora adresi buldum. Havluya silindim. İçeride biraz bekledikten sonra sıra bana geldi. İnsan kaynaklarındaki hanımefendiyle konuştuk sohbet ettik. İş teklifini kibarca reddettim. Bisikletle dönüş yoluna geçtim. Dönerken bisikletime bir şeyler almak için Decathlon'a uğramaya karar verdim. Decathlondan bisiklet suluk kafesi aldım. Bisikletime dönerken iki yüklü bisiklet farkettim. Selam verdim. Turist kılıklı adam bana doğru gelmeye başladı. Bekledim. Geldi. Turist kılıklı adam gerçekten de yabancıydı. İngilizce bir şeyler sordu. Biraz tarzanca biraz İngilizce cevaplamaya çalıştım. Fotoğraf makinesinden haritayı gösterdi. Yanındaki Çinli kadın eliyle kolumdaki bisiklet dövmesini gösterdi. Çiftin sıcak tavırları hoşuma gitti. Türk misafirperverliğini onlara göstereyim, dedim. Gidecekleri yere kadar bırakmaya karar verdim. Yola çıktık. Pedallarken bir yandan da İngilizce-tarzanca karışımı sohbet ediyorduk. Klasik Türk cümlesidir: "Nerelisin?" dedim. Fransız olduğunu söyledi. Gezginmiş. Daha önce gezdiği ülkelerden bahsetti. Vietnam, Mexica, Özbekistan, İran... Saya saya bitiremedi. Hayallerinin peşinden gitmesi benimde hoşuma gitti. Çinli kızın memleketini tahmin etmiştim. Çinli olduğunu söyledi. İsimlerini sordum. Michael erkek olanın adı, aşçıymış, kız arkadaşıysa Lulu. Micheale ismimin anlamını söyledim. İsmimin anlamı çok hoşuna gitti.  Yola devam ederken yokuşta yol bitti. Zorunlu olarak ters yola girmek zorunda kaldık. Hep kurallarla yaşadıklarından mıdır nedir, ters yoldan gittiğimize pek memnun olmamışlardı. Dangerous, dangerous diyordu, Michael. Düz yola çıkınca mutlu oldu. Zorunluluk işte Michael, burası Türkiye... Burada kurallar çiğnenmek içindir... Diyemedim. Gidecekleri yere giderken trafik işaretlerine ve kurallarına uymalarına hayran kaldım. Giderken markete uğradık. Kendilerine su almışlar, bana da su almışlar. Teşekkür ettim. Gidecekleri yere bıraktım. Kapının önünde biraz sohbet ettik. Benimle tanıştıkları için çok şanslı olduğunu söylediler. Teşekkür ettiler. Yeniden görüşmek istediklerini, söylediler. Facebook ve email adresimi aldılar. Ben de onların adreslerini aldım. Türkiye'de yardıma ihtiyaçları olursa arayabileceklerini, dilerlerse benim evimde kalabileceklerini söyledim. İki yabancı dostum olduğu için çok mutlu hissettim kendimi. Bana hatıra bir şeyler yazın, dedim. Herkes kendi dilinde bir şeyler yazdı. Micheal yazısının altına iki tane Barış işareti çizdi. Onları birleştirip bisiklet yaptı. Çok hoşuma gitti. Biraz daha sohbet-muhabbet... Bir saati geçmişti. Artık gitmem gerektiğini söyleyip ikisini orada bıraktım. Akşam facebooktan ekledim. Bir kaç gün sonra, bunları misafir eden çocukla facebookta sohbet ettik.Beni evine çağırdı. Gittim. Giderken Maraş Usulü dondurma götürdüm. Michael de köfte yapmış. Fransız bir aşçının köftesini de yemiş oldum. Gerçekten lezzetliydi. Maraş usulü dondurmayı Michael ve Lulu çok sevdiler. Kim bilir gerçek Maraş Usulü dondurmayı yeseler nasıl mutlu olurlardı. Ev sahibiyle sohbet ettik. Dinçer. İngilizce anlatamadığım-anlayamadığım yerlerde bana tercüman oldu. Atılım Üniversitesinde öğretim üyesiymiş. Odtü de master yapmış. Galatasaray Üniversitesi mezunuymuş. Her gün evden okula bisikletiyle gidiyormuş. Büyük boy bir bisikleti vardı. En büyüğünü getirtmiş. Zaten çok uzun boylu biriydi. Brooks marka sele ve ince lastikler takılıydı bisikletinin üzerinde. Uzun bir sohbet ettik.
 Michael ve Lulu gidecekleri yerleri anlattılar. Kapadokya, Karadeniz... merak ettikleri yerlerdi. Biraz doğu ve güneydoğuyu gezmeyi planlıyorlarmış. Sonra İran, Özbekistan... Kısa bir orta asya turu. Bisiklet sırtında-çadırda günlerce yol.  Michael daha önce yürüyerek de binlerce kilometre yol gittiğinden bahsetti. Blogunun adını verdi.(bikestwowhere.blogspot.com) Türkiye'de gezebilecekleri yerleri anlattım. Sonra müsaade istedim ayrıldım.
Bu tanışmadan-buluşmadan kendimce dersler çıkardım. Hayallerinin peşinden gitmek... Maceracı olmak... Yüreğinin götürdüğü yere gitmek... Dedim ki umarım bir gün dünyanın bir yerlerinde karşılaşırız sizinle..
5 Ekim 2013 Cumartesi

Barış'ın Gözlüğü


Şimdi kolları sıvadık.  Blog yazmak kolay iş değil. Her şeyden bir parça katmak lazım. Hayata dair her şeyden bir parça katıyoruz bizde. Biraz varsa mutluluk ve macera ekliyoruz üzerine. Kısık ateşte kaynamaya bırakıyoruz. Kaynayan bloga biraz sevgi katıyoruz. Kıvamını alıncaya kadar karıştırıyoruz. Üzerine nota parçacıkları koyuyoruz. Ateşi kapatıyoruz. Sonra iki tane pedal ve bir miktar gezi ekliyoruz. Arzumuza göre bir kaç tekerlek, tecrübe ve arkadaşlık ekledikten sonra soğumaya bırakıyoruz. Soğuyan blogumuza hobilerden, izlenenden, dinlenenden, okunandan  ekliyoruz. Blogumuz artık servise hazır. Afiyet, şeker olsun.... Can sıkıntısına, strese birebir...